Şeriat
Şeriat, İslam dininde Allah’ın insanlara dünya ve ahiret düzeni için koyduğu ilahi kurallar bütünüdür. Kelime anlamı itibarıyla Arapça şerîa kökünden gelir ve “su yolu, hayat kaynağına götüren yol” demektir. Terim olarak ise şeriat, Müslümanların bireysel, toplumsal ve hukuki yaşamlarını düzenleyen ilahî kaynaklı hukuk sistemidir. Şeriat, yalnızca yasaklar ve emirler manzumesi değil, aynı zamanda bir ahlak, ibadet ve adalet düzenidir; çünkü İslam anlayışında hukuk, din ve ahlak birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur.
Şeriatın temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir. Kur’an, Allah’ın doğrudan vahyi olarak şeriatın asli kaynağını teşkil eder. Sünnet ise Hz. Muhammed’in sözleri, fiilleri ve onaylarından oluşur; Kur’an’da yer almayan birçok hükmün uygulamasını ve yorumunu sağlar. Bunun yanı sıra icma (alimlerin görüş birliği) ve kıyas (benzer olaydan hüküm çıkarma) da şeriatın türevsel kaynaklarıdır. Bu dört ana kaynak, klasik İslam hukuk düşüncesinde “edille-i şer’iyye” yani “şer’i deliller” olarak adlandırılır.
Şeriat, kapsam bakımından yalnızca hukuk kurallarıyla sınırlı değildir. İslam düşüncesinde insan davranışları beş hüküm kategorisine ayrılır: farz (zorunlu), haram (yasak), mekruh (kaçınılması gereken), mübah (serbest) ve mendup (önerilen). Dolayısıyla şeriat, sadece cezai veya hukuki yükümlülükleri değil, bireyin ibadetini, toplumsal ilişkilerini, hatta ahlaki tercihlerini dahi düzenler. Bu yönüyle şeriat, yalnızca bir hukuk sistemi değil, bir yaşam biçimidir.
Tarihsel süreçte şeriatın uygulanması, coğrafyaya, kültüre ve siyasi yapıya göre farklı biçimlerde gelişmiştir. Hz. Muhammed döneminde Medine’de oluşturulan düzen, hem dini hem siyasi bir otoriteye dayanıyordu. Onun vefatından sonra halifeler ve İslam hukukçuları, yeni meselelerle karşılaştıkça şeriatın kaynaklarını yorumlayarak fıkıh adı verilen geniş bir içtihat sistemi oluşturdu. Böylece şeriatın ilkeleri değişmez kabul edilirken, uygulama alanı olan fıkıh zamanla genişledi ve farklı mezhepler ortaya çıktı.
Sünnî gelenekte Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri, şeriat hükümlerini farklı yorumlarla sistemleştirdi. Hanefî mezhebi özellikle akıl yürütmeye ve kıyasa önem vererek daha esnek bir yapıya sahip oldu; Osmanlı Devleti de bu mezhebi resmi hukuk temeli olarak benimsedi. Şiî dünyasında ise Caferî mezhebi ön plana çıktı. Bu mezheplerin farklılıkları, şeriatın tek biçimli bir sistem değil, zaman ve mekâna göre uyarlanabilir bir dinamik hukuk geleneği olduğunu gösterir.
Şeriatın en önemli hedefi, insanın maslahatını (yararını) ve toplumun adaletini sağlamaktır. İslam hukukçuları, bu amaçla “Maqâsidü’ş-Şerîa” (şeriatın amaçları) kavramını geliştirmiştir. Bu ilkelere göre şeriatın nihai hedefi, beş temel değeri korumaktır: din, can, akıl, nesil ve mal. Bu beş temel unsur, İslam toplumlarının hukuk ve ahlak düzeninin omurgasını oluşturur.
Modern çağda şeriat kavramı, hem Müslüman toplumlarda hem de Batı düşüncesinde farklı biçimlerde tartışılmıştır. Batılı oryantalistlerin çoğu, şeriatı yalnızca cezai hükümler (örneğin recm, hırsızlık cezası gibi) üzerinden değerlendirmiş; oysa şeriatın büyük bölümü medeni, ticari, ailevi ve ahlaki düzenlemelerden oluşur. Aslında cezai hükümler (hudûd) şeriatın küçük bir kısmıdır ve ancak toplumsal düzen tam olarak tesis edildiğinde uygulanabilecek “nihai adalet ilkeleri” olarak görülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde şeriat, devletin resmi hukuk sistemi olmuştur; ancak zamanla örfi hukuk (devletin idari düzenlemeleri) ile birlikte var olmuştur. Bu ikili yapı sayesinde şeriat, toplumsal gerçekliklere uyum sağlayabilmiştir. 19. yüzyılda hazırlanan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, şeriat hükümlerinin medeni alandaki ilk kodifikasyonu olmuş ve şeriatın hukuk sistematiğine katkı sağlamıştır.
Cumhuriyet döneminde Türkiye, laik hukuk sistemine geçmiş ve şeriat yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak İslam dünyasının birçok ülkesinde şeriat ya doğrudan uygulanmakta (örneğin Suudi Arabistan), ya da modern hukuk sistemlerine kaynaklık etmeye devam etmektedir. Günümüzde Mısır, Pakistan, İran, Malezya gibi ülkelerde anayasal düzenin bir parçası olarak şeriatın ilkelerine atıfta bulunulmaktadır.
Felsefi açıdan şeriat, yalnızca ilahi bir hukuk düzeni değil, insan iradesinin sınırlarını belirleyen bir ahlaki sistemdir. İslam düşüncesinde hukuk, insanın özgürlüğünü değil, onu adaletin sınırları içinde anlamlı hale getirmeyi amaçlar. Bu bağlamda şeriat, sadece cezalandırıcı değil, rehberlik eden bir düzendir. “Yasaklayan Tanrı” değil, “doğru yola yönlendiren Tanrı” anlayışı üzerine kuruludur.
Sonuç olarak şeriat, İslam medeniyetinin en kapsamlı ve karmaşık kurumlarından biridir. Hem Tanrı iradesini hem insan aklını birleştiren bir hukuk anlayışı sunar. Şeriat, bir yandan değişmeyen ilahi ilkeleri korurken, diğer yandan fıkıh aracılığıyla tarihin, coğrafyanın ve toplumun gerçeklerine uyum sağlayan esnek bir yapıya sahiptir. Bu nedenle şeriat, sadece geçmişin bir hukuk sistemi değil, İslam dünyasının bugünkü düşünsel kimliğini belirlemeye devam eden canlı bir entelektüel mirastır.